Reklam Alanı

Türkçe'nin Tarihi Dönemleri



TÜRKÇE'NİN TARİHİ DÖNEMLERİ
    Dil araştırmalarında en çok tartışılan konulardan biri de Türk dilinin tarihî dönemleri
olmuştur. Araştırmacıların uzlaşmasını engelleyen en önemli sebep de dilin geçirdiği belli başlı
aşamaları tespit edecek kesin ölçütler olmamasıdır.
Dilde bulunan her yapı, daha önceki dönemlerde meydana gelmiş bir gelişimin sonucudur. En
eski kaynakların dahi bir geçmişinin olması kaçınılmazdır. Türk yazı dilinin elde bulunan ilk önemli örnekleri
    Eski Türkçe Orhun Yazıtları metinleridir. Fakat araştırmalar bu metinlerin de aslında Türk yazı
dilinin ilk örnekleri olmadığını işaret etmektedir. Çünkü Orhun Yazıtları’ndaki dil yeni oluşmuş bir yazı dili örneği değildir. Orhun Yazıtları’ndaki gelişmiş ve işlek anlatım biçimleri, soyut ve somut kavramların varlığı Eski Türkçenin yazı dili olma tarihini en az beş yüz yıl daha geriye götürür.
Eski Türkçe dönemi, MS V. yüzyıldan, X-XIII. yy.a kadar sürer. Türkçe, bu dönemde ortak yazı diliyle varlığını sürdürmektedir. Hunların Köktürklerin ataları ve Hun dilinin de Türkçenin bir önceki aşaması olduğu düşünülmektedir. Ancak bu döneme ait elde sağlam dil malzemesi yoktur. İlk Türkçe ve Ana Türkçe dönemine tekabül eden Hun dönemine ait dil malzemesi genellikle yazılı kaynaklarda yer alan özel adlardır.
MS 745 yılında Köktürk İmparatorluğunun yıkılmasından sonra yeni bir devlet kuran Uygurlar, çok zengin yazılı dil ürünleri bırakmışlardır. Uygurların MS 840’a kadar süren hükümdarlıklarının ardından gelen Karahanlılar döneminde, Türkler İslâmiyetle tanışır. Şaman ve Budist kültürlerinden sonra yeni bir kültür ve uygarlık dairesine girilmiştir. Bu süreç, doğal olarak hem sözlü hem yazılı dilde de kendini göstermiştir. Türkçeye Arapça ve Farsçadan birçok kelime ve yapı girmiştir. X-XV. yüzyıllar arasındaki bu dönem Orta Türkçe Dönemi’dir. Karahanlı ve ardından Büyük Selçuklu (1040–1157) Devletleri zamanında bir başka ifadeyle Orta Türkçe Dönemi’nin başlangıcından itibaren dinî ve tasavvufî başta olmak üzere binlerce eser verilmiştir.
Dil dönemlerini çok kesin ve belirli tarihlerle birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bu durumda bir-iki yüz yıllık bir geçiş döneminden söz edilebilir. Eski Türkçe Dönemi’nde ilk izleri görülen Oğuzca, Kıpçakça ve Çağatayca arasındaki ayrım Orta Türkçe Döneminde belirginleşmeye ve Türk dili üç ana yazı diline ayrılmaya başlar. XV. ve XVI. yüzyıllarda bu ayrım daha da belirginleşir. Sonraki dönem de Yeni Türkçe olarak adlandırılır. Yeni Türkçe Dönemi’nde Oğuz grubunda Anadolu alanı Oğuz Türkçesi, Türkmence ve Azerice; Kıpçak grubunda Kazakça, Tatarca vb. lehçeler ortaya çıkmıştır. XX. yüzyılın başına kadar süren bu dönem 1910’lu yıllardan sonra, yerini Modern Türk dil be lehçelerine bırakmıştır. Bugün Türkçe yirmiden fazla resmî yazı dili ve sayısız lehçeden oluşan büyük bir dil ailesidir.

İLK TÜRKÇE (MÖ V. YY.- MİLAT)
 
    Başlangıcı bilinmemekle birlikte, İlk Türkçe (Pre-Turkic) döneminin milat sıralarında sona erdiği kabul edilir. Türkçenin Ana Altay dil birliğinden ayrıldıktan sonraki ilk dönemidir. Türkçe bu dönemde Moğolca ve Mançu Tunguzcadan ayrılarak bağımsız bir dil hâline gelmiştir. Bu döneme Türk-Çuvaş dil birliği dönemi adı da verilmektedir.
İlk Türkçenin en önemli özelliği Ana Altaycada görülen /r/ ve /l/ seslerini korumuş olmasıdır. Bugün ise Çuvaşça dışındaki bütün Türk dillerinde /r/ ve /l/ sesleri /z/ ve /ş/ seslerine gelişmiştir. Bu ses gelişmelerine sigmatizm (ş’leşme) ve zetasizm (z’leşme) adları verilmektedir.

ANA TÜRKÇE (MİLAT – MS V. YY.)

    Milat sıralarında başladığı kabul edilen Ana Türkçe (Proto-Turkic) dönemi Türkçenin yazılı ilk ürünlerinin ortaya çıktığı Eski Türkçe dönemine kadar devam eder. Bu dönemde henüz yazılı belgeler yoktur. Ana Türkçe döneminde, İlk Türkçeden farklı olarak Çuvaşça görülmez. Ayrıca Ana Türkçe bir z/ş dilidir. Ana Türkçe döneminde ünlü uzunluklarının korunduğu görülmektedir. Bu dönemin en önemli karakteristiği birincil uzun ünlülerin varlığıdır. “kı:z, o:n, kö:k, be:r- vb.” Bu uzun ünlüler, bugün ancak Yakutça, Türkmence, Hâlaçça gibi dillerde yaşayan uzunlukların karşılaştırılmasından öğrenilmektedir.
Ana Türkçenin birincil uzun ünlüleri, Yakutça, Türkmence, Halaçça dışında daha sonraki dönemlerde bütün Türk lehçelerinde kısalarak, birincil kısa ünlülerle karışmıştır.

ESKİ TÜRKÇE (5–10. YY)
 
    Eski Türkçe denince ilk akla gelen, Arap harfleri ile yazılmış Türkçe kitaplar ve çoğu zaman da doğrudan doğruya bu harflerdir. Ancak burada anlaşılması gereken Türkçenin tarihi seyri içinde, bilinen en eski metinlerin yansıttığı şeklidir. Eski Türkçe, Türklerin İslâmiyet’i kabul etmeden önce Moğolistan bozkırları ile Çin’de bulunan tarım bölgesi civarında 5–10. yüzyıllar arasında kullandıkları dildir.
Eski Türkçe kendi içinde Orhun Türkçesi (=Göktürkçe) ve Uygurca olmak üzere ikiye ayrılır. Köktürkler döneminde Şamanlık, Uygurlar döneminde Budizm ve Manihaizm yaygınken, Karahanlılardan itibaren İslâmiyet kabul edilmeye başlamıştır. Bu dönemin dili, günümüze ulaşan taş,kâğıt ya da ağaç vb. nesnelere yazılmış metinler vasıtasıyla önemli ölçüde aydınlatılmıştır. Bu metinlerin büyük bir bölümü, kökeni konusunda farklı görüşler bulunan, runik yazı ve Soğd alfabesinin işlek biçimi olan Uygur yazısıyla meydana getirilmiştir.
Eski Türkçenin iki döneme ayrılmasında imla, bazı ses ve biçim özellikleri belirleyici olmuştur. En önemli ayrılıklar şunlardır:
1. Orhun Türkçesindeki söz içi ve söz sonu /ny/ sesi, Uygurcada /n/ ve /y/ seslerine ayrışmıştır. Ancak daha çok /y/ sesi kullanılmıştır.
2. Orhun Türkçesindeki söz içi ve söz sonundaki /b/ sesi Uygurcada /w/ olmuştur.
3. Orhun Türkçesinde ayrılma durumu –DA ekiyle ifade edilirken Uygurcada –Dın eki kullanılmıştır.
4. Orhun Türkçesinde ilgi eki, bugün kullanıldığı gibi ünlülerden sonra –nIn, ünsüzlerden sonra –In olarak eklenirken, Uygurcada her durumda -nIn şeklindedir.
4. Orhun Türkçesinde ilgi eki, bugün kullanıldığı gibi ünlülerden sonra –nIn, ünsüzlerden sonra –In olarak eklenirken, Uygurcada her durumda -nIn şeklindedir.

Orhun (Göktürk)Yazıtları

    Doğu Göktürkleri tarihinden bahseden bu yazıtlar taşlar üzerine yazdırılarak Orhun ırmağının yatağına dikildikleri için Orhun Yazıtları olarak da bilinirler. Türk adının, Türk milletinin isminin geçtiği ilk Türkçe metin olan bu kitabeler, Türk tarih ve edebiyatının ilk yazılı belgeleri olarak büyük önem taşırlar. Türk kültür ve medeniyetinin çok değerli kaynakları olan VIII. yüzyıldan kalmış Orhun Yazıtları’nda devletle milletin karşılıklı olarak görevleri dile getirilir. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması, devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri ortaya konulurken Türk halkının benliğini ve özgürlüğünü koruması için nelere özen göstermesi gerektiği gözler önüne serilir. Devlet ve milletin karşılıklı vazifelerine yer veren yazıtlar Türk töresinin, Türk nizamının, Türk askeri dehasının, Türk kültür ve medeniyetinin büyük vesikası niteliğindedir. Bu yazıtlarda Türklerle Çinliler arasındaki mücadele, devleti derleyip toplayanlarla yıkanların özellikleri, ayakta kalabilmek için neler yapılması gerektiği gibi konular; son derece sanatlı, heyecanlı, heybetli ve kağana yaraşır bir üslupla anlatılmıştır. Türk dilinin en eski ve en hacimli eserleri olan Köktürk Yazıtları, hitabet türünde yazılmıştır ve aynı zamanda Türk kültür tarihinin de ilk yazılı metinleridir. Destanî bir anlatım tarzının hâkim olduğu yazıtlar, dil ve üslup bakımından gelişmiş Türkçenin ilk görkemli örnekleridir.
Bu kitabelerde, Bilge Kağan’ın kardeşi Kül Tigin ile Çinlilere karşı yaptıkları savaş ve Türk milletinin bütünlüğünü sağlamak için verdikleri mücadele anlatılmaktadır. Kuvvetli bir hitabet üslubuna sahip Orhun Yazıtları’nda, Türk halkı milli birlik ve bilinç üzerine uyarılmaktadır.
Göktürk Alfabesiyle irili ufaklı taşlara yazılmış olan bu anıtlar, şöyle sıralanabilir: Bugut, Çoyrın, Hoytu Tamir, Ongin, İhe-Huşotu, Nalayha, İhe-Nur, Handigay, Talas, Tonyukuk, Kül Tigin, Bilge Orhun Yazıtları, bugün Moğolistan sınırları içinde başkent Ulan Bator’a 400 km uzaklıkta Koşo Çaydam adlı göl yakınlarındadır.
Bu yazıtlar, 1. ve 2. Doğu Göktürk döneminden kalmıştır. En erken tarihli olan Soğdca Bugut yazıtıdır. Türk runik yazısının kullanıldığı ilk belge Çoyrın yazıtıdır.
Türk dili ve tarihi açısından en önemli ve en uzun metinler de Tonyukuk, Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarıdır.
Tonyukuk Anıtı
Göktürklere vezirlik yapmış olan Türk devlet adamı Tonyukuk tarafından 720–725 yılları arasında diktirilmiştir. Vezir Tonyukuk bu anıtta, Çinlilerle yapılan savaşları anı şeklinde anlatmıştır.
Kül Tigin Anıtı
Doğu Göktürklerini Çin esaretinden kurtaran İlteriş Kağan’ın küçük oğlu Kül Tigin adına diktirilmiştir. Kül Tigin 731’de ölünce, ağabeyi Bilge Kağan, kardeşinin ölümünden duyduğu üzüntünün bir ifadesi olarak bu abideyi diktirmiştir.
Bilge Kağan Anıtı
Bu anıt 734 yılında ölen Bilge Kağan’ın oğlu tarafından 735 yılında diktirilmiştir. Kitabede Bilge Kağan’ın Türk milletine iletmek istediği mesajlar dikkat çekicidir.
Bu kitabelerin Türk ve dünya kültürüne kazandırılması uzun zaman almıştır. Danimarkalı Türkolog Vilhelm Thomsen 1893 yılında kitabelerin dilini çözmüş, 1896 yılında da kitabeleri yayımlamıştır.

Uygur Türkçesi

    Uygurca, Göktürk Devleti’nden sonra yerleşik hayata geçen Uygur Türkleri tarafından kullanılan dildir. 763 yılında Bögü Kağan’ın Maniheizm’i devlet dini olarak kabul etmesinin ardından Türkler yerleşik hayata geçmeye başlamış ve yeni dinin gereklerini yerine getirmek için Mani alfabesiyle dini eserler yazmışlardır. Uygurlar bu alfabeden sonra Uygur alfabesini kullanmışlardır. Uygurların Maniheist çevrede yazdıkları eserler arasında öyküler, dinî metinler, Mani manastırı yönetmeliği, dualar ve ilâhiler sayılabilir.
840 yılında Kırgızların saldırısından sonra Uygurlar, Doğu Türkistan’da tarım bölgesine yerleşerek yeni bir devlet kurmuşlardır. Bu bölgede Budizm yaygın olduğu için Uygurca eserlerin çoğu Budist metinlerin çevirileridir. Budist Uygurların meydana getirdikleri eserleri üç grupta toplayabiliriz:
* Sutralar
Budaların verdikleri bütün vaazların bir araya toplandığı eserlerdir. Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın), Altun Yaruk (Altın Işık) en önemlilerindendir.
Altun Yaruk (Altın Işık)
700 sayfalık büyük bir eser olan. Altun Yaruk, Budizm için kutsal bir kitaptır ve din adamlarının menkıbelerini anlatır.
Sekiz Yükmek (Sekiz Yığın)
Budizm’in esaslarım anlatan önemli bir eserdir.
Buda ve Budist rahiplerin hayatını düzenleyen kuralların yer aldığı eserlerdir.
* Abhidarmalar
Herhangi bir dinî-felsefî konunun açıklanması için yazılmış eserlerdir. Bunlardan başka Irk Bitig (fal kitabı), Üç İtigsizler, Kalyanamkara ve Papamkara Hikâyesi (İyi düşünceli Prens ile Kötü Düşünceli Prens) gibi eserler de Uygur Türkçesi ile yazılmış önemli eserler arasındadır.
Tercüme eserlerin çoğu Tibetçe, Sanskritçe, Toharca ve Soğdca’dan yapılmıştır. Eserler taş, tahta, deri ve kâğıt üzerine yazılmıştır, aynı zamanda bengütaş geleneğini de sürdürmüşlerdir.
Şine, Usu (759–760), Taryat (753), Karabalasagun (808–821), Suci (820–840), Tes (750?), II. Karabalasagun (825–840), Gürbelcin, Somon-Tes, Somon-Servey adlarını taşıyan abidelerde Uygurlarla ilgili değerli bilgiler yer almaktadır.

ORTA TÜRKÇE (11–15. YY.)

    Eski Türkçenin Uygur devresinin yanı sıra ayrı bir coğrafi bölgede, Karahanlı Devleti Hakanı Satuk Buğra Han (901–955)’ın, 924 yılında tahta geçerek İslamiyet’i devletin dini olarak kabul etmesiyle İslâm medeniyeti etkisi altında gelişen Türk yazı diline Orta Türkçe dönemi denir. Çeşitli aşamalardan oluşan kuramsal bir dönemdir. Orta Türkçe dönemi, en az üç yazı dili ve bu yazı dillerinin çeşitli dallanmalarıyla değerlendirilebilir. Orta Türkçenin ilk aşaması Karahanlıcadır.

Karahanlı (Hâkâniye) Türkçesi (11- 13. yy.)

    Esas olarak Arap alfabesiyle yazılmış ilk İslâmi Türk yazı dilidir. Eski Türkçe döneminin sonu ile Orta Türkçe döneminin başında Türklerin İslâm dinini kitleler hâlinde kabul etmesi, yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. Bu yeni süreç dile de sirayet etmiş ve Türkçe, zamanla Arap ve Fars dillerinin etkisi altında kalmaya başlamıştır. Karahanlıların İslâm dinini kabul etmelerinin ardından, başkent Kaşgar önemli bir kültür merkezi hâline gelmiştir. Bu yeni kültür dairesiyle ilgili ilk yapıtlar da 11. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. Bu eserler arasında en önemlileri şunlardır:
Kutadgu Bilig (Mutluluk Bilgisi)
Yusuf Has Hâcib, 1069–1070 yıllarında 6645 beyit olarak yazdığı bu eserinde devlet, adalet, insan ve aklı temsil eden dört sembolik kişiyi birbiriyle konuşturarak insanlara mutlu olmanın yolunu göstermiştir. Siyasetname niteliğindeki eserde, ideal bireylerden oluşan bir toplum ve devlet göz önünde canlandırılmıştır. Yalnız devrinin değil, Türk edebiyat ve fikir hayatının da en önemli eserlerinden olan Kutadgu Bilig’de devlet adamlığı, devlet yönetimi, dünya ve ahiret, bilgi gibi konular üzerinde durulur.
Kutadgu Bilig'in bilinen üç nüshası Taşkent, Kahire ve Viyana’dadır.
Divânü Lûgati’t-Türk
Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türk dilinin üstünlüğünü göstermek amacıyla Kaşgarlı Mahmud tarafından 1072’de yazılmaya başlanan 1077’de tamamlanan Türk dilinin ilk ansiklopedik sözlüğüdür. Kaşgarlı Mahmud, Türkçeden Arapçaya hazırladığı eserinde madde başı kelimeleri açıklarken derlediği deyimlerden, savlardan (atasözleri), koşuklardan örnekler de vermiştir. Böylelikle halk edebiyatının ilk ürünleri de bu eserde derlenmiştir. Ayrıca eserde satır aralarında dilin kuralları ve yapısıyla ilgili bilgiler bulmak mümkündür. Bu özelliğiyle de Türk dilinin ilk gramer kitabı sayılabilir. Tek nüshası İstanbul’da bulunan Divânü Lügâti’t-Türk’te ayrıca bir de dünya haritası yer almaktadır
Divanü Lügati’t-Türk’ten Örnekler:
Öpkem kelip oğradım
Arslan layu kökredim
Alplar başın togradım
Emdi meni kim tutar
Öfkem geldi, uğradım
Arslan gibi kükredim
Yiğitlerin başını doğradım
Şimdi beni kim tutar
Köni sözler erse tiliŋ tepresü (Doğru söyleyecekse, dilin kımıldasın)
Sözün egri erse özüŋ kizlesü (Sözün eğri ise, onu saklamalısın)
Ölümke asıġ ḳılmas altun kümü (Ölüme fayda etmez atın, gümüş)
Ölümüg tıdumas bilig ya uḳuş. (Ölümü engelleyemez bilgi ya da akıl)


Atabetül’-Hakayık (Gerçeklerin Eşiği)
Edip Ahmet Yükneki tarafından 12. yüzyılda yazıldığı tahmin edilen eser dinî ve tasavvufî konuları içerir. Eserde, iyi bir insan olmanın yolları çeşitli hadis ve ayetlerle açıklanmıştır. Bilginin yararı, cahilliğin zararı, dili tutmanın önemi, alçakgönüllülüğün güzelliği, kibrin kötülüğü gibi konulara yer verilmiştir.
Atabetü’l-Hakayık’tan Örnek:
İssiz kılgan erke sen edgü kıla
Keremming başı bu erür ked bile
Eger kelse erdin sanga edgülük
Öküş kıl ol ering senasın tile
Kötülük yapan adama sen iyilik yap;
Keremin başı budur, bunu iyi bil;
Eğer bir kimseden sana iyilik gelirse,
O adamı çok medhet ve (onun mehdini) iste.
Divan-ı Hikmet
Hoca Ahmet Yesevî’nin şiirlerine hikmet, bu şiirlerin toplandığı esere de Divan-ı Hikmet denir. Yesevîlik tarikatının kurucusu ve Türk dünyasının İslamlaşmasında önemli rol oynayan Hoca Ahmed Yesevî Türklerin İslamı daha iyi tanımalarına hizmet etmiş, Hacı Bektaşi Velilerin, Yunus Emrelerin yetişmesine vesile olmuştur. Divan-ı Hikmet’te İslamiyetin temelleri, şeriatın hükümleri, tasavvuf âdâbı gibi konular işlenmiştir. Eserde ayrıca Yesevîlik tarikatının ilkeleri de bulunmaktadır.

Harezm Türkçesi (13–14. yy.)

    Harezm ve Sirideryanın aşağı bölgelerinde Karahanlıcadan meydana gelmiş ancak Oğuz ve Kıpçak özelliklerini barındıran geçiş durumundaki karışık bir Türk lehçesidir. Harezm Türkçesi ile yazılmış eserler şunlardır:
Kısasü’l-Enbiya
Rabguzi tarafından 1310 yılında yazılan eserde Kur’an-ı Kerim’de adı geçen peygamberlere ait kıs-saların yanı sıra Hz.Muhammed, dört halife, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’e ait menkıbeler de vardır.
Muînü’l-Mürid
Arapça bilmeyen Türkmenlere İslâm fıkıhını ve tasavvufu öğretmek için İslâm mahlaslı bir şair tara-fından 1313 yılında yazılan bir eserdir.
Nehcü’l-Feradis
Kerderli Mahmut tarafından 1358’de yazılmış, kırk hadis tercümesi niteliğinde dinî, ahlâkî bir eserdir.
Hüsrev ü Şirin
Kutb tarafından 1341 yılında yazılan önemli mesnevilerdendir.
Hüsrev ü Şirin’den örnek:
İḏi kim bizi balçıḳdın yuġurdı
Maŋa ḳulluḳ ḳılıŋ tiyü buyurdı
Ḳamuġḳa ḫıḏmatını farż ḳıldı
Cezāsını öziŋe ḳarż ḳıldı
Türkiye Türkçesiyle
Allah bizi balçıktan yoğurdu
Bana kulluk edin diye buyurdu
Herkese hizmetini farz kıldı
Karşılığını kendisine borç kıldı

Kıpçak Türkçesi (14–16. yy)

Kıpçak boyları tarafından, Karadeniz’in kuzeyi ve Mısır Memlûk yayılma sahasında kullanılmış olan bir Türk lehçesidir. Kıpçak Türkleri, Hazar Denizi ve Karadeniz’in kuzeyinden batıya doğru yayılmışlardır. Bu Türkçe, hem Doğu Avrupa’da kurulmuş olan Altın Orda Devleti’nde hem de Türklerin Deşt-i Kıpçak (Kıpçak Çölü)’tan paralı asker olarak gittikleri ve sonra hâkimiyet kurdukları Mısır (Memlûk) ve Suriye’de 15. yüzyılda kullanılmıştır. Bu konuşma ve yazı dili aynı zamanda Tanrı Dağları’nda ve Güney Sibirya’da da kullanılmıştır. Kıpçak Türkçesi, Arap ve Fars dillerinden etkilenen Harezmceden gelişen iki yazı dilinden biridir.
Günümüzde Kıpçak Türkçesinin devamı olarak Kazak, Kırgız ve Tatar Türkçeleri sayılabilir. Bunların yanı sıra Kıpçakçanın varyantı sayılabilecek Karaimce ve Urumca da varlığını sürdürmektedir.
Bu dönemin eserleri arasında şunlar sayılabilir:
Codex Cumanicus (Kodeks Kumanikus)
İtalyan tüccarlar ve Alman rahipler tarafından derlendiği tahmin edilen, Hristiyanlığa ait ilâhileri, bilmeceleri Türkçe-Almanca-Latince-Farsça sözlük parçalarını içine alan anonim bir eserdir.
Kitabü’l-İdrak li-Lisânü’l Etrak
Türkçenin bilinen ilk grameridir. Esirü’d-din Ebû-Hayyan tarafından 1312’de yazılmıştır.
Gülistan Tercümesi
Sadî’nin Farsça eseri Seyf-i Sarayî tarafından 1391’de çevrilmiştir.
Codex Cumanicus’tan örnek:
Sagınsa men bahasız kanını
Kim Ḫristoz töktü söüp kulunı
Tıyalman yaşımnı
Kim unutgay munça yigitlikni
Kim içip tatlı çokrak suunı
Toydırddı canını
Yezus tatlı eç yamansız egeç
Ne kıynar sen eç yazıksız egeç
Öz nezik boyuñnı
Türkiye Türkçesiyle
Düşünsem pahasız (paha biçilemeyen) kanını
Ki Hristos (Hazreti İsa) döktü sevip kul(lar)unu
(Bu nedenle) Engelleyemem (göz) yaşımı .
Kim unutabilir bunca iyiliği (gençliği)
Ki içip tatlı tatlı kaynak suyunu
Doyurttu canını .
Yezus (Hazreti İsa) (sen) tatlı (ve) yamansız (iyi) iken
Niye azap çektirirsin hiç günahsız
Kendi nazik boyuna (bedenine) ?

Çağatay Türkçesi (15–20. yy)

Karahanlı, Harezm edebî dilinin devamı niteliğini taşıyan Doğu Türkçesi 15. yüzyılda (Timur) başlamış, Orta Asya Türkleri arasında uzunca bir müddet yazı dili olarak kullanılmış ve yerini 20. yüzyılda Yeni Uygur Türkçesi ve Özbek Türkçesine bırakmıştır. Çağatay Türkçesi olarak da adlandırılan Doğu Türkçesi beş yüz yıllık bir süre içinde geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Önemli eserler şunlardır:
Muhakemetü’l-Lugateyn (İki Dilin Karşılaştırılması)
Ali Şir Nevaî tarafından 15. yy.da yazılan karşılaştırmalı bir sözlüktür. Bu sözlükte Farsça ile Türkçe karşılaştırılır.
Şecere-i Türk (Türklerin Soy Ağacı)
Ebu’l-gazi Bahadır Han tarafından yazılan eser Türk tarihi açısından son derece önemlidir.
Şecere-i Terakime (Türkmenlerin Soy Ağacı)
Bu eser de Ebu’l-gazi Bahadır Han’a aittir.
Seyahatname
Babur’un yazdığı bir eserdir.

Eski Anadolu Türkçesi (13–15. yy)

Türkiye Türkçesi’nin ilk aşaması olan Eski Anadolu Türkçesi, Selçuklu dönemini içine alacak şekilde 13. yüzyıldan 15.yüzyıla uzanan dönemde Anadolu’da kullanılan Türkçedir. Bu Türkçe, sırasıyla Anadolu Selçuklu Devleti’nin son yılları, Anadolu Beylikleri ve Osmanlı Devleti’nin ilk yıllan olmak üzere üç ayrı dönemde varlığını sürdürmüştür. Eski Anadolu Türkçesi bir taraftan Eski Türkçenin özelliklerini yansıtırken diğer yandan köklerde ve eklerde bazı ses ve şekil farklılıklarını göstermek suretiyle Osmanlıca ve Türkiye Türkçesi’nden biraz farklı bir durum ortaya koyar.
Eski Anadolu Türkçesi, içinde bulunan yabancı unsurlar bakımından Batı Türkçesi’nin en temiz devridir. Bu devirde Türkçeye Arapça ve Farsça unsurlar yeni girmeye başlamıştır. Dönemin sonlarında dile giren yabancı unsurların sayısı artmış, Osmanlıcanın doğuşu hazırlanmıştır. Bu dönemin önemli eserleri şunlardır:
Yunus Emre-Risalet’ün-Nüshiyye
Şeyhî –Harname
Hoca Mes’ud- Süheyl ü Nevbahar
Aşık Paşa- Garipname
Süleyman Çelebi- Vesilet’ün- Necat
Dede Korkut Hikâyeleri
Ben bir aceb ile geldüm kimse halim bilmez benüm
Ben söylerem ben dinlerem kimse dilüm bilmez benüm
Benim dilüm kuş dilidür benim ilüm dost ilidür
Ben bülbülem dost gülümdür bilün gülüm solmaz benüm
Yunus Emre

YENİ TÜRKÇE DÖNEMİ (15–21.YY)
Osmanlı Türkçesi (15–20. yy.)

    15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Türk Dilinin ve edebiyatının klasik eserlerinin verildiği dönemdir. Osmanlı Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesinin bazı özelliklerini standartlaştırırken Arap ve Fars dillerinden unsurlarla ağırlaşan bir yazı dili hâline gelmiştir. Bu durum, zamanla Eski Anadolu Türkçesinin izlerini silmiştir. Arap ve Fars dillerinden giren kelime ve gramer kurallarının etkisiyle yeni bir yapıda Türkçe oluşturulmuştur. Türkçenin içinde bulunduğu bu durum, Karamanoğlu Mehmet Beyin dikkatini çekmiş ve Mehmet Bey 1277 yılında şu fermanı çıkarmıştır:
“ ö v , gâ , , m Tü m c t .”
Türk edebiyatının klasik devresi olarak da tanımlanan bu dönemde Osmanlı Türkçesi, edebî açıdan zirveye çıkmış, her biri şaheser sayılabilecek birçok eser kaleme alınmıştır. Yazı dili böyle bir seyir izlerken konuşma dili ise Eski. Anadolu Türkçesinin seyrini takip etmiştir. Özellikle tekkeler çevresinde gelişen edebiyat, sade Türkçeyi benimsemiştir.
Osmanlı Türkçesi, edebî gelişmeler sonucunda (1860-1911) Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati gibi alt bölümlere ayrılmıştır. 1911’de “Yeni Lisan” hareketinin ve Milli Edebiyat döneminin başlamasıyla Türkiye Türkçesi başlamıştır.
19. yüzyıl ile birlikte Avrupa’nın aydınlar tarafından hem siyasi, hem sosyal, hem de edebî açıdan yakın takibe alınması; Eski Anadolu Türkçesini takip eden dönemde Türk dilini yine yabancı dillerin etkisine açık bırakmıştır. Türkçeye Avrupa dillerinden, özellikle Fransızcadan kelimeler girmeye başlamıştır.
Baki, Fuzuli, Nedim, Nefi, Şeyh Galip, Kâtip Çelebi, Evliya Çelebi, Ahmet Cevdet Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret gibi yazarlar, şairler, bilim adamları ve gezginler eserlerini Osmanlı Türkçesi ile kaleme almışlardır.

Türkiye Türkçesi

Batı Türkçesinin üçüncü devresidir. Batı Türkçesinin ulaştığı son şekli ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yazı dili Türkiye Türkçesidir. Türkiye Türkçesinin başlangıcı olarak Milli Edebiyat Döneminde ortaya konan Yeni Lisan Hareketi kabul edilmektedir. II. Meşrutiyet (1908) ile Türkiye Cumhuriyeti (1923) arasında geçen sürede çeşitli fikir akımları kendini, göstermiştir. Milliyetçilik akımı, dilde ve edebiyat anlayışında ağır basmıştır. Buna bağlı olarak Türkçecilik hareketi ağırlığını koymuştur. 1911 yılında Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem önderliğinde Selanik’te çıkan Genç Kalemler dergisinde yayımlanan Yeni Lisan başlıklı yazısında, Ömer Seyfettin Türkçe ve edebiyat eseleriyle ilgili görüşlerini sıralamıştır:
• Yeni Lisan Hareketi’nin ilk ilkesi yazı diliyle konuşma dilinin birleştirilmesi, dolayısıyla yazı dilinde İstanbul ağzının esas alınmasıdır.
• Arapça ve Farsçadan Türk diline geçen kalıplaşmış tanılamaların kullanılmasına devam edilecektir. Ancak gereksiz olanlar kullanılmayacak ve tamlamalar Türkçe kurallarına göre yapılacaktır.
• Yüzyıllardır kullanılan Arapça ve Farsça kökenli sözcükler Türkçenin malı olmuş kabul edilmeli ve Türkçede söylendiği gibi yazılmalıdır.
• Eski Türkçe kökenli sözlerin canlandırılması, diğer Türk lehçelerinden sözler alınması, Türkçe köklerden yapay yeni sözler türetilmesi yoluna gidilmemelidir.
• Milli bir dil ve milli bir edebiyat meydana getirilmelidir.
Yeni Lisan Hareketi bir tasfiyecilik hareketi olmayı reddetmiştir. Bu nedenle ilkelerini açıkça ortaya koymuştur.
Yeni Lisan Hareketi, yazı diliyle konuşma dilini birbirine yaklaştırmış, yazı dilinde İstanbul ağzını esas alarak milli bir tabana yeniden oturtmuştur. Milli Edebiyat akımıyla birlikte birçok roman, hikâye, şiir ve tiyatro eserleri Türk edebiyatına kazandırılmıştır. Bu dönemi takip eden Cumhuriyet dönemiyle bu eserlerin sayısı gittikçe artmış ve artmaya da devam etmektedir.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimler birbiri arkasına eserlerini vermişlerdir.
Türk dili açısından önemli değişimlerden birkaçını Atatürk döneminde yapılan çalışmalar oluşturmaktadır. Türkiye Türkçesi döneminde ilk yapılan değişiklik 1928 yılında, Latin harflerine dayanan yeni Türk alfabesinin kullanılmaya başlanmasıdır. Dili, millet olmanın en önemli vasfı olarak tanımlayan Atatürk, Türk dilinin özelliklerinin ve kişiliğinin ortaya çıkarılması amacıyla 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kurulmasına giden yolu açar. Kurumun adı 1934’te Türk Dili Araştırma Kurumu, 1936’da da Türk Dil Kurumu olarak değiştirilmiştir. Türk Dil Kurumu, devletin dil konusunda yetkili resmi organı olarak faaliyetlerine başlamıştır.
Türk Dil Kurumu, devlet eliyle Türkçeleştirme hareketini hızlandırmıştır. Dilde sağlam bir yönlendirme hareketiyle şu temeller esas alınmıştır:
1. Türkçede, Yeni Lisan hareketinden sonra kalan yabancı gramer şekillerini ve sözcükleri ayıklamak,
2. Türkçenin malı olmuş yabancı sözcükleri dilde bırakılarak, ancak yeni sözcükler türetilerek dili zenginleştirmek,
3. Dili, millet varlığı içinde birleştirici ve bütünleştirici millî kültür etrafında toplamak,
4. Türkçeyi eğitim, bilim ve kültür dili yapmak,
5. Türk dilinin yapı ve özelliklerine uygun bir gelişme yolu çizebilmek.
Türkiye Türkçesi genel olarak bakıldığında kendi mantığına uygun sağlam bir zeminde yol almıştır. Bu dönemde yeni sözcükler yapılırken dört yol izlenmiştir:
1. Halk ağzında yaşayan sözcükleri almak,
2. Eski yazılı kaynaklardan ölü sözcükleri seçerek yazı diline aktarmak,
3. İki ya da daha fazla sözcüğü bir araya getirerek birleşik sözcükler yapmak,
4. Türkçenin sözcük türetme yollarını kullanarak eklerle yeni sözcükler yapmak.
BAYRAK
Ey,mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kızkardeşimin gelinliği,şehidimin son örtüsü!
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Sana benim gözümle bakmayanın
mezarını kazacağım.
Seni selamlamadan uçan kuşun
yuvasını bozacağım.
Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
Gölgende bana da, bana da yer ver !
Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar.
Yurda ay yıldızın ışığı yeter.
Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün.
Kızıllığında ısındık,
Dağlardan çöllere düşürdüğü gün.
Gölgene sığındık.
Ey, şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalan;
Barışın güvercini, savaşın kartalı...
Yüksek yerlerde açan çiçeğim;
Senin altında doğdum,
Senin dibinde öleceğim.
Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
Yer yüzünde yer beğen !
Nereye dikilmek istersen,
Söyle, seni oraya dikeyim !
Arif Nihat Asya

TÜRKLERIN TARIH BOYUNCA KULLANDIĞI ALFABELER

    Türkçe tarih boyunca pek çok alfabe ile yazılmıştır. Bunlar, arasında Göktürk, Soğd, Uygur, Manihey, Brahmi, Tibet, Ermeni, Yunan (Grek), Süryanî, İbranî, Latin, Arap, Kiril (Slav) Alfabeleri sayılabilir. Bunlardan en yaygın olarak kullanılanlar, Göktürk, Uygur, Arap, Latin ve Kiril alfabeleridir.

Göktürk Alfabesi

    Kendisine özgü yazım kurallarına sahip en eski Türk yazısı olan bu alfabe 4 ünlü, 34 ünsüz olmak üzere 38 harf veya işaretten oluşan oluşmaktadır. Bu 4 ünlünün her biri iki ünlüyü karşılamaktadır. Alfabe, hem yukarıdan aşağıya hem de sağdan sola yazılabilmektedir. Bu alfabedeki harflerin büyük kısmı köşelidir.
Bu yazı İskandinav ülkelerindeki taşlara kazınan runik yazıya benzerliği nedeniyle aynı adla anılmaktadır. Bu alfabe ile meydana getirilmiş en önemli yazılı eser MS VIII. yüzyılda dikilen Göktürk Anıtları’dır. Ayrıca bu alfabe ile yazılmış Moğolistan’dan Macaristan’a kadar uzanan coğrafyada irili ufaklı pek çok bengü taş bulunmaktadır.


Uygur Alfabesi

    Uygur Türkleri tarafından Sami kökenli Soğd alfabesinin işlek türünden alınarak geliştirilmiştir. Maniheizm dininin kabul edilmesinden sonra VIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıl başlarına, Doğu Türkistan’dan Osmanlı sarayına kadar kullanılmış bir alfabedir. 4 ünlü, 14 ünsüz harften oluşur, sağdan sola doğru yazılır. Bu alfabe Türkçenin seslerini karşılamakta yetersiz kalmış, bu nedenle okuma ve yazma güçlüğü ortaya çıkmıştır. Bu alfabenin ilk metinleri, Hoço’da bulunan Burkan manastırının vakıf kitabesini oluşturan bir ağaç üzerinde bulunmuştur.
Kutadgu Bilig’in Viyana nüshası ve Atabetü’l-Hakayık’ın nüshâlarından biri Uygur yazısı ile kaleme alınmıştır.

Arap Alfabesi

    Türklerin İslâm dinini benimsedikten sonra kullandıkları alfabedir. İslamiyet’in kabulüyle birlikte (X. yüzyıl) Türkler Arap alfabesini kullanmaya başlamışlardır. 33 harften oluşan bu alfabenin sadece üç harfi ünlüleri göstermek için kullanılmaktadır. Sağdan sola yazılan bu harfleri ilk kullananlar Karahanlılardır. Harf inkılâbıyla birlikte bu alfabenin kullanımı bırakılmıştır.
Latin Alfabesi
Türkçenin Latin harfleriyle yazımı XIV. yüzyıla değin uzanır. Bu yüzyılda yazıya geçirildiği sanılan Codex Cumanicus, İtalyan ve Alman misyonerlerce kaleme alınmıştır. Bu eser Latin harfleriyle yazılan ilk Türkçe yapıttır. Daha sonraki dönemlerde de doğu bilimcileri tarafından çeşitli amaçlarla Latin harfli Türkçe yapıtlar yayımlanmıştır. 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı kanunla ulusal devlet politikasının sonucu olarak Latin asıllı Türk alfabesi kabul edilmiştir. Bu kanunla Latin kökenli Türk alfabesinde harflerin sırası, okunuşu, büyük ve küçük harflerin şekilleri belirlenmiştir. Ayrıca Türkçenin ses özellikleri göz önüne alınarak q, w, x harfleri çıkarılarak ç, ğ, ı, i ve ş harfleri eklenmiştir.

Kiril Alfabesi

    1990’lı yılların başında dağılma sürecine giren Sovyet Rusya’nın egemenliği altında yaşayan Türk boyları 1937 yılından itibaren sistematik olarak Kiril alfabesine geçirilmişlerdir. Bağımsızlıklarını almalarından itibaren ilk olarak Azerbaycan (1991), ardından Türkmenistan, ve Özbekistan (1993) Latin alfabesini esas alan alfabeler kullanmaya başlamıştır. Kiril alfabesi ile yazılan ilk Türk lehçesi Çuvaşçadır.

Yorum Gönder

0 Yorumlar